04.03.2020
Yeni bir güne uyanmayı, güneşin kokusunu
içimde hissetmeyi, sabahın ilk demlerini, yeni başlangıçları severim.
İnsanları, bir arada olan insanların
yarattığı hareket ve enerjiyi, denizi, maviyi ve yaşam telaşı içinde oradan
oraya koştururken, içimde bir yerlere dokunan gerçek bakışları, doğal olan
yüzleri, sesleri, gülümsemeleri ve çocukları severim.
Yeni yerleri severim ve yeni lezzetleri.
Yeni lezzetleri bir araya getiren tüm öğeleri, tarifleri ve damakla kalpte haz uyandıran
tüm lezzet özlerini çok severim.
Beni ben yapan hayattaki tüm yönlerim ve
marka değeri yaratma üzerine büyümüş, derinleşmiş mesleğim her işin içinde bir
‘Öz’ bir ‘Anlam’ arayışına çeker ruhumu. Bu sebepten olacak stratejik pazarlama
işiyle uğraşan ve iletişimin hayatın olmazsa olmaz anahtarı olduğuna inanan bir
kişi olarak markaların yaratılma sürecinde akıllıca olduğu kadar, sihirli bir
dokunuşun da varlığına inanırım.
Marka Özü, markanın DNA’sıdır. Onu
dünyaya getirenlerle birlikte genlerinden gelen nice mirasları ve değerli nice
tecrübeyi taşır damarlarında.
Doğmuş bir markayı büyütürken ya da yeni
bir marka yaratmaya karar verirken en önemlisi markanızla ne yapacağınıza,
markanızın hayata geliş amacının ne olduğuna içten gelen bir inançla karar
vermenizdir.
Marka sadece bir logodan, bir etiketten
ya da cazip bir ambalajın üzerine basılan çizimlerden, grafiklerden ibaret
olamaz. Ona bir ürünle beden verirken, marka özü ve izleyeceğiniz strateji ile
de bir ruh vermiş olursunuz.
Peki sizce nereden alınır, nerede
bulunur bu ‘Marka Özü’? İnternette var mıdır? Çarşı pazar arasam bulur muyum?
Birilerine sorsam bana tarifini yazar mı? Bakkalda markette olmaz mı?
Ne vardır marka özünün formülünde? Gizli
bir tarif midir? Her marka için aynı olur mu?
Pek çok soru gelebilir aklımıza. Marka
özünü oluştururken ilk bakmanız gereken çekmece marka mirasıdır. Nerede doğmuş,
onu kim yaratmış, ne için dünyaya gelmiş, doğduğu yerlerin markayı farklı kılan
özellikleri var mı? Köklü bir aileden geliyorsa, aile eşrafı neler neler
yaşamış, hangi yolları kat etmiş, iyi kötü yaşadığı tecrübelerin markada
bıraktığı izler neler olmuş hepsine tek tek, özenle bakmak gerekir.
İnsanların kalbinde kendilerinden tatlar
bulacakları bir hikaye yaratabildiysen değme keyfine. İşte şimdi hikayeni
yaşatacağın ortamı anlama vaktin geldi. Nasıl bir ürünle, nasıl bir rekabet
ortamında oynuyorsun? Yıldızlı oyuncular kimler? İrili ufaklı hangi markalar
seninle birlikte aynı kitleye sesleniyor? Senden pay almak isteyenler var mı ya
da dolaylı olduğu halde seninle benzer amaca hizmet edenler…Tüm bu gözlemleri
yapıp, bir çırpıda söyleyebildiğin oyun sahası tanımı yapabildiysen doğru
yoldasın. Aklında tutman gereken bir püf noktası var, o da rekabet ortamını
incelerken mutlaka bir rekabet avantajı önerebilmen. Senin markanda,
tüketicinin hayatına değer katan farklı ne var? Bu bir ürün faydası olabileceği
gibi sunulan hizmetle ilgili de olabilir. Belki bazen önemle vurguladığın bir
duygusal faydadır, bazen de tam bir ihtiyacı bir fonksiyonel faydayı
karşılıyordur.
Bir de şu açıdan ele alalım. Bilirsin ki
biz pazarlamacılar bir problem çözmeden yapamayan insanlarız. Bu sebeple hem
mesleğin gereği hem de rahat duramayacağın için markanın nasıl bir pazarlama
problemi olduğunu bulmalı, hatta belki de sektörde çözülmesi beklenen bir
probleme aday olmalısın. ‘Nasıl bir pazarlama problemini çözmek istiyorsun?’
sorusuna cevabın net olursa, gideceğin yolu, kullanacağın araçları ve
çalışacağın takımı doğru seçmen de o kadar rahat olur.
Markana güveniyorsun, artık göz önüne
çıkma zamanı geldi diyorsun. Gel gör ki pazarlama planı yaparken en çok
düşünmen gereken, elindeki bütçeyi doğru bir iletişimle tüketiciye ulaştırmak,
doğru mesajları vermek olacak. Sana kim ne derse desin, hatta bazen iş hedefleri
ve satış baskısı aklını çelsede sen sen ol, markanın hayata gelme amacını
aklında tut. İletişimle kuracağın köprü sağlam ayaklara tutunsun. Ara
taktiklerle tüketicinin zihnini de gönlünü de bulandırma. Unutma! Strateji –
Süreklilik – Tutarlılık bu tarifte damak çatlatan tatlardır.
Yazım bu noktaya kadar biraz didaktik
kokmuş olabilir. Sevgili okuyucu seni anlıyorum, peki tüketici bu işin
neresinde? Onların istekleri, beklentileri önemli değil mi? Tüketici ve marka
arasında bir etkileşim, bir bağlantı olmazsa tüm yazılan çizilenler ne işe
yarar diye soruyorsun, duyar gibiyim. Haklısın.
Aslında ben ona tüketici demeyi de pek
sevmiyorum. Sonuçta ürünleri alanlar insan, her biri kendi içinde kocaman bir
dünya olan insanlar. Kimi genç, kimi yorgun, kimi anne-baba, bazıları mutluluk
arıyor, bazıları huzur, zaman zaman da kendini göreceği bir ayna, bazen de
statü arayışı için senin markanı tercih ediyor. Tüketici içgörünü belirlerken
ilk vermen gereken karar nasıl bir hedef kitle için markanı konuşturacaksın? Bu
karar sonrasında da belirlediğin kitlenin üründen ve markandan beklediği
faydaları açık açık bulman gerekecek.
Bu işin içinde ürününle hangi
ihtiyaçları karşıladığını bulmak kadar, ruhun ve kalbin duymak istediklerini
bulmak da var. Fonksiyonel faydayı ürününle karşılarken, sadece bir ürün olarak
kalmamak ve akla gelebilmek, yetmedi hafızada yer bulabilmek için fonksiyonel
faydanla bütünleşen bir duygusal faydayı da keşfetmek markanı büyütürken hem
sana hem işine çok iyi gelecek.
İşin mutfağını ve tarifin detaylarını
verdiğimize göre sanırım sıra ustalıkla ve güler yüzle yapılması gereken
servise geliyor. Artık masanı arzu ettiğin gibi hazırlayabilir, büyük şeflerin
dediği gibi tabaklamaya geçebilirsin. Marka özünü kararında kullanıp, tarifi
tutturduysan ortaya çıkan tat o güzel masada gözlerine baktığın herkesi mutlu
etmeye yetecektir. Doğru bir strateji belirleyip, kısa ve orta vadeli
planlarını aksiyona çevirmekten geri durma ve adımını atmaya başla. Planların,
doğru bir iletişimle de birlikte markanı günden güne büyütecek ve onun da kendi
ayakları üzerinde durmasına yardımcı olacaktır.
Peki şimdi bir ‘Marka Özü Nereden Alınır?‘ Paylaşabileceğin bir tarif var mıdır söyler misin? Her markanın kendi yolculuğu ve hikayesi olduğuna inandığımdan, sizdeki tarifleri dinlemek için şimdiden heyecanlanıyorum.